21 Temmuz 2011 Perşembe

The Amazing Spider-Man



Tam The Dark Knight Rises Teaser'ının ardından nefesimizi toparlar gibi olmuştuk ki, Marvel büyük kozunu oynadı ve filmin resmi çıkış tarihine 1 yıl kala Amazing Spider-Man için ilk fragmanı yayınladı.Dürüst olmak gerekirse beklentilerimin çok üstünde bir fragman olmuş...

Kafama takılan ilk mesele Tobey Maguire'ın çizdiği Peter Parker portresinden sonra "Twilight" jenerasyonuna ait Andrew Garfield'ın Peter'ını sindirip sindiremeyeceğimdi.Biraz IMDB desteği alarak "Imaginarium of Doctor Parnassus" ve "Never Let Me Go"daki performanslarını izledikten sonra kafamdaki ilk soru işareti kalktı.Tobey'nin 3 film boyunca çizdiği çirkin/sevimli Peter Parker'ın aksine Andrew Garfield'ın farklı profiller yakalayabileceğini rahatlıkla söyleyebilirim.Çirkin-Sevimli-Yakışıklı-Karizmatik-Ezik vs. vs.... Garfield'ın gerek oyunculuk kapasitesi gerekse farklı karakter profillerini çizebilme yetisi Maguire'ın çok üstünde ve fragman süresince bunu gayet başarıyla hissettirebiliyor.

Kafamdaki ikinci mesele Marc Webb gibi kariyeri "Twilight" gençliğine MTV klipleri çekmekle geçmiş bir adamın Spider-Man gibi bir karakteri kotarıp kotaramayacağıydı.(500) Days of Summer'ın 10.dakikası itibariyle Peter Parker'ı daha iyi anlatabilecek bir yönetmen olamayacağına inanmaya karar verdim.Kafamda Webb ile ilgili oluşan bir sonraki soru işareti romantik/komedi konusunda kendini fazlasıyla kanıtlamış olsa da aksiyon sahnelerinde ne denli başarılı olabileceğiydi ki...Fragmanın birinci kişi kamerasından izlediğimiz bölümü bana gerekli yanıtı verdi.Çıkışına 1 yıldan daha uzun süre olan bir film için oldukça başarılıydı kanımca.Webb ve ekibinin o sahne üzerinde oynamak için 1 yıldan fazla zamanları var ve bittiğinde çok daha iddialı olacağına kalıbımı basabilirim.

Fragman küçük Peter'ın anne babası tarafından terk edilmesiyle başlıyor ve benden kocaman bir artı puan alıyor.Webb bize Raimi'nin anlattığı hikayeyi karakterleri değiştirirek anlatmak yerine yeni bir senaryoya el atmaya karar vermiş gibi görünüyor.Bu hafta EW (Entertainment Weekly) dergisine verdiği röportajda Ultimate Spider-Man'den çok etkilendiğini ve bu hikayedeki bir çok malzemeyi filmlerinde görmek istediğini söylemiş.Fragmanın ilerleyen saniyelerinde Peter'ın kurcaladığı evrak çantası eğer haklıysam "Venom" hikayesine giriş yapmak için orada ve bu "Venom" Raimi'nin Venom'una hiç benzemeyecek diyebilirim.Aynı evrak çantası bize Peter'ın ağ atıcılarını nasıl tasarladığı konusunda da ip uçları verebilir diye düşünüyorum aynı zamanda.

Webb, Spidey'nin aşkı olarak MJ yerine Gwen'i kullanarak bir artı puan daha almıştı benden.Sadece isim ve saç rengi değişikliği gibi görünse de ilk etapta, Webb'in tercihi çok daha fazlasını vaat ediyor.Fragmanın ilk sahnelerinden birinde bir akşam yemeği izliyoruz ve masada Peter,Gwen ve Gwen'in babası Captain Stacey var.Marc Webb'in senaryosu benim düşündüğüm çizgide ilerlerse eğer (ki filmin içine etmemek için detay vermekten uzak duracağım.) George Stacey'nin kadroda varolması bile hem Gwen Stacey'e biraz kimlik katar hem de Peter-Gwen ilişkisine çok farklı bir dinamik getirir diye düşünüyorum.Raimi'nin düz/dümdüz Mary Jane'inden sonra ilaç gibi gelebilir.

Filmin kötü adamı olarak Lizard'ın seçilmiş olması ise daha ilk günden beri gözümde filmin en büyük artı puanı.Raimi filmlerinde delirmiş bilim adamını, kendi geliştirdiği teknoloji tarafından delirtilmiş bilim adamını, hali hazırda delirmiş fotoğrafçıyı ve kötü olmaktan zevk almasa da başka çaresi olmayan hapishane kaçkınını izlemiştik.Böyle söyleyince hepsi gayet tek düze kötü adamlar ve aksiyon sahneleri yaratmaktan başka bir işe yaramıyorlardı.Lizard ise farklı bir hikaye.Webb büyük ihtimalle Curt Connors karakterini 90'larda izlediğimiz animasyondakine yakın bir profilde tanımlayacaktır.Connors'ın Peter'la olan ilişkisi, ailesine olan bağlılığı falan filan derken, sempati gösterebileceğimiz bir kötü adamla karşı karşıya olacağız diye düşünüyorum.Sempati gösterilebien kötü adam, Holywood için yeni bir fikir ve yanılmıyorsam süper kahraman filmlerinde benzer bir örneğini henüz izlemedik.Bakarsınız Heath Ledger'ın Joker'ini unutturur bize (yok artık LeBron James...).

En büyük problemim kostüm ile ilgiliydi.Yayınlanan ilk fotoğraflarda bir türlü sindirememiştim içime kostümü.Son 1 ay içerisinde gelen fotoğraflar ve fragmanın ardından ise fikrim oldukça değişti.Şeytan ayrıntıda gizlidir ve Webb bunun fazlasıyla farkında.Hem 2012 yılında sırıtmayacak, hem Raimi kostümü ile karıştırılmayacak, hem de 5 kilometreden Spider-Man olduğu anlaşılacak bir kostüm ancak ve ancak böyle tasarlanabilirdi.Kostüm üzerine yorumum ayrı bir yazı olacak, keza yaz yaz bitmez gibi geliyor bana.

Marc Webb filmine dolduracağı olayları oldukça başarılı bir şekilde seçmiş ancak bir sorunumuz var...Spider-Man ile ilgili bunca güzel detayı tek bir filme sıkıştırmaya çalışırken Raimi'nin düştüğü tuzağa düşüp bütün hikayeleri yarım yamalak bırakabilir mi acaba?

Gwen Stacey'i, The Lizard'ı, George Stacey'nin ölümünü, Peter'ın öz ailesini, Ben Amca'nın ölümünü ve en önemlisi Peter Parker'ı ve Spider-Man'in orijin hikayesini sadece 2 saatte anlatmak ve etkileyici olabilmek mümkün mü? Zamanla öğreneceğiz sanırım.

12 Haziran 2011 Pazar

X-Men First Class


Süper kahraman filmleri ezelden beri varlar.80'ler Superman'in 90'lar ise Tim Burton'ın Batman'leri tarafından domine edilmişti.O zamanlar kimse süper kahraman temalı filmlerin ne kadar başarılı olabileceği konusunda fikir sahibi değildi.Tim Burton'ın Batman ile yakaladığı başarının verdiği ara gazı ile 90'ların ikinci yarısı daha düşük profilli süper kahramanları(Spawn, Steel vs.) konu alan filmler ve daha büyük profilli süper kahramanların beyaz perde için telif haklarının büyük şirketler tarafından kapışılması ile geçti.

Bu pastadan ekmek yemek için ilk büyük çaba Joel Schumacher'in Michael Bay'in bile dudaklarını uçuklatacak bütçelerle çektiği Batman filmleri ile geldi.Val Kilmer, George Clooney, Jim Carrey, Nicole Kidman, Arnold Schwarzzeneger, Uma Thurman gibi isimlerle çalışıp, bilgisayar efektlerinin dibine vurulmuş olsa da Schumacher abinin filmleri başarısızlıkları ve meme uçlu Batman kostümü ile hatırlanacaktı.Öyle bir başarısızlıktı ki bu, hemen hemen bütün stüdyolar süper kahraman filmlerinden cacık olmayacağına kanaat getirdiler.Kısa bir süre için...

Tarih 2000'i gösterdiğinde Bryan Singer'ın X-Men'i geldi ve hayat asla eskisi gibi olmadı.Nazi kampında annesinden ayrılmak zorunda kalan Erik Lehnsherr demir kapıları ilk kez büktüğünde (ki filmin 3. dakikasına falan denk geliyor.) bir şeylerin değişeceğinin farkındaydık.Takip eden 11 yıllık süreçte Jennifer Anniston filmlerinden bile daha fazla süper kahraman ve çizgi roman temalı film çekildi.Bazısını sevdik, bazısını sevemedik, bazısı ise bizi bizden aldı.Fakat konumuz bu filmler değil galiba.

Geçtiğimiz 11 yıl içerisinde X-Men filmleri Wolverine temalı filmlere dönüştü.Çektiği iki muhteşem filmin ardından Superman Returns için bizi terk etti Bryan Singer.Üçüncü filmin yönetmen koltuğu için düşünülen ilk isim Matthew Vaughn'du ancak Vaughn bilinmeyen bir sebepten dolayı projeye katılmadı(kısa bir süre sonra bu sebebin Kick-Ass olduğunu öğrenecektik.) ve üçüncü filmin yönetmeni Brett Ratner oldu.Biz tam yeter artık Hugh Jackman kusacağız diye düşünmeye başladığımızda X-Men Origins : Wolverine geldi.Tam anlamıyla Hugh Jackman kustuk.

Wolverine filminin yayınlanmasından yaklaşık bir ay sonra Marvel, X-Men Origins serisinin devam edeceğini açıkladığında hepimiz Wolverine'in ilkokul yıllarına döneceğimizden korkmaya başladık.Kısa bir süre sonra üçüncü filmin yönetmen koltuğunu terk eden Matthew Vaughn, bir sonraki Origins filmi için aynı şeyi yapmayacağını ve başrol oyuncusunun Hugh Jackman değil Erik Lehnsherr olacağını açıkladı ve yüreklerimize su serpti.Bahsettiği projenin sonucu X-Men First Class oldu.First Class kanımca bugüne kadar çekilmiş en iyi X-Men filmi.Geri kalan süper kahraman filmleri ile mukayese etmek gerekirse Chris Nolan'ın The Dark Knight'ı ile bile kapışabilecek kalitede bir yapım olduğunu söylemek biraz iddialı olabilir ancak abartılı bir önerme olmaz sanırım.

Matthew Vaughn filmin çekimleri esnasında Bond filmlerinden ve Star Trek'ten ilham aldığını söylemişti.Kapalı kapılar ardında dönen dolaplar, dur durak bilmeden değişen lokasyonlar ve yarı çıplak güzel kadınlar Bond filmlerine selam çakarken, James McAvoy ve Michael Fassbender'ın canlandırdıkları Xavier ve Mangeto ise buram buram Kaptan Kirk ve Mr.Spock kokuyordu.İşin içine Matthew Vaughn'un yapımcılığını yaptığı Guy Ritchie filmlerinden (Lock Stock... ve Snatch) ve Kick-Ass'ten aşina olduğumuz mizah anlayışını da araya sıkıştırmasıyla beraber tadından yenmeyecek bir film çıkmış ortaya.

Nazi Almanya'sında başlayan film henüz 5 dakikayı tamamlamadan bizi rüzgarına alıyor ve final sahnesine kadar nefes aldırmıyor.James McAvoy'un Charles Xavier'ı ve Michael Fassbender'ın Erik Lehnsherr'ı ve bu ikilinin uyumu filmin en büyük artı puanlarından biri.Bir arada oldukları her sahne filmi bir üst seviyeye taşıyor adeta(Fassbender'ın yalnız kaldığı ve şov yaptığı Nazi avcısı sahnelerinin de hakkını yemeyeyim...).Bu ikilinin varlığı beraberinde filmin kanımca en büyük eksi puanını da beraberinde getiriyor.Bu iki karakterin yanısıra Emma Frost ve Sebastian Shaw'un da alacağı ekran süreleri çılgın boyutlara ulaşınca geri kalan X-Men'lerin daha düşük profilli karakterlerden seçilmesi zorunluluğu çıkıyor ortaya.Allahtan ki Vaughn bu karakterleri ve filmdeki rollerini müthiş kotarıyor ve hiç kimseye daha tanıdık isimleri görmedikleri için şikayet etme fırsatı bırakmıyor.

Bütün bunların dışında bana sorarsanız filmin en büyük artısı Matthew Vaughn'un müthiş kurgusu.Film hiçbir noktada sıkıcı hale gelmiyor, ya da yaptığı işin suyunu çıkarmıyor.Aksiyon sahneleri sıradanlaşmadan sona eriyor, klişe diyaloglar Guy Ritchie zekasında espriciklerle tamamlanıyor, yüzünüzü güldüren sahneler ise türk sit-com'ları gibi zorlama sahnelere dönüşmeden yerini başka bir sahneye bırakıyorlar.Vaughn bu sahneler arasındaki geçişleri öyle bir ustalıkla yapıyor ki, filmin hangi ara başladığını hangi ara bittiğini anlamıyorsunuz bile.

Fikirlerimi toparlamak gerekirse X-Men First Class son dönemde mantar gibi çoğalan süper kahraman filmlerinin arasında özel bir yeri hak ediyor.Türünün en iyisi olup olmadığı sorgulanabilir olsa da beyaz perdede büyük kan kaybeden "X-Men" ismini tekrar canlandıracağını kesinlikle söyleyebilirim.Tabi 2012 yazında yayınlanması planlanan ve Hugh Jackman'ın Japonya'daki macerlarını konu alan "The Wolverine" yine bizi kusma noktasına getirmezse...

Geek-out yapmayı sevenler için bir kaç not :

*Sebastian Shaw rolü için Kevin Bacon'dan önce Colin Firth düşünülmüş ancak yeterince "kötü" görünemediğine kanaat getirilmiş.

*Havok (Alex Summers) karakteri (hani göğsünden kırmızı ışınlar fırlatan eleman...) çizgi roman evreninde Cyclops'un öz babası.

*Emma Frost karakteri ise çizgi roman evreninde şu sıralar Cyclops'un manitalığını yapıyor ve Xavier Malikanesinde yaşıyor.

*Filmin orijinal metninde Emma Frost ve Charles Xavier'ın telepatik güçlerini kullanarak birbirlerinin zihinlerinde çatıştıkları bir sahne varmış, ancak Inception yayınlandıktan sonra bu sahneyi çekmekten vazgeçmişler.(Kaynak : IMDB)

*Yukarıda da yazdığım gibi film ilk etapta Magneto odaklı bir film olarak yazılmış ancak Matthew Vaughn süper güçleri olan bir "The Pianist" çekmenin çok mantıklı olmadığına kanaat getirmiş.

*Mystique'in Magneto'yu yatakta beklediği sahnede Jennifer Lawrence'ın biraz daha yaşlı halini ilk iki filmde Mystique rolünü oynayan Rebecca Romjin-Stamos bizzat oynuyor.İnce detaylar güzeldir...

*Çizgi roman dünyasında Beast'in mavileşme sürecinde Mystique'in bir rolü yok, fakat kullanılan hikaye yerine cuk oturmuş diyebilirim.

*Filmin açılış sahnesi olan Nazi kampı sahnesi, büyük ihtimalle fark etmişsinizdir ama ilk X-Men filmi ile birebir aynı sahne.

*Blog girisi için kullandığım fotoğrafı tardinibufe.blogspot.com'dan çaldım.Mutant ahalisinin geleceğini yönlendirecek olan Xavier ve Magneto ilişkisini tek karede daha iyi "metaforlayacak" bir fotoğraf bulamadım açıkçası.

30 Mayıs 2011 Pazartesi

Siz hiç aşık oldunuz mu? -Bölüm 1-

Bu başlığı atıp altına Örümcek Adam'ı yerleştirince bu yazıyı okuma ihtimali olan insanların yarısını kaybettim ama olsun.Örümcek Adam muazzam bir metafordur benim için.Sorsanız anlatamam neden diye, ama öyle...

Soruyu size yöneltmiş olsam da bu yazının devamı tahmin edebileceğiniz üzere benim cevabımı içeriyor, ya da enazından içermeye çalışıyor.

Ben aşık oldum bir kez.Rüyalarımda bile göremeyeceğim bir kız yarattım kafamın içinde.Kısa bir süre sonra o kızı aldım gerçekten çok güzel bulduğum bir bedenin içine hapsettim.Sonra oldukça uzun bir zamanı aşık olduğum kızı o bedende arayarak geçirdim.Sonuç hüsran tabi ki.Fakat alışıldık bir hüsran değil bu.Onun için seçtiğim bedenin içinde başka bir kız vardı.Benim rüyamdan izler taşıyan bir kız ama benim rüyamdaki kız değil.

Bu yazı o kızla ilgili değil....yani çoğunlukla.

Ben bir kez aşık oldum.Kendi hayal dünyamda bir kadın yarattım, gittim ona aşık oldum.İlkokulda falandım.Yaşıtlarıma nazaran(ya da en azından tanıdığım yaşıtlarıma nazaran) çok daha fazla film izliyor, nispeten birazcık daha fazla kitap okuyordum.Filmler, kitaplar aşk hikayeleriyle doluydu ve her ilkokul çocuğu gibi izlediğim her filmin başrolünde ben oynuyordum.Esas oğlanın da bir aşkı olacaktı elbet.O zamanlar kolaydı ilişkimiz, fazla karmaşa yoktu.Tanıştığımızda, karşılaştığımızda maksimum dünyayı kurtarıyorduk.

Orta okul sıralarında devam etti aşkımız, en azından benim ona olan aşkım devam etti.Ergenliğin başlamasıyla beraber bana "Günaydın" deme gafletinde bulunan her kızın içine en az bir tur yerleştirdim onu.Tamam, her kızın değil.Şişman ve/veya çirkin olanlar vardı tabi ki, onların içine yerleştirmedim.Kısa bir süre öncesine kadar Gwyneth Paltrow'la, Rachel Weisz'le ve Bond kızlarıyla aşk yaşayan çocuk, tabi ki şişman ve çirkin kızlara aşık olamazdı.Şişmanlar dünyayı kurtaramayacak kadar hantal, çirkinler ise dünyayı kurtarmaya değecek kadar güzel değillerdi ne de olsa.

Detaya takılmayalım.Orta okul sıralarında "o" olmayı hak etme ihtimali olan bütün kızlar, gidip başkaları için "o" olmaya karar verdiler.Yakışıklı değildim, spor konusunda çok başarılı değildim(dürüst olmak lazım hiç değildim.),biraz içine kapanık bir çocuktum ve diğer çocuklardan daha çok sinemaya gidiyor olmak henüz 3-4 yıl sonra olacağı kadar "cool" bir aktivite değildi.Ben de onların yerinde olsam gidip başkalarına "o" olurdum.Tabi bu durum benim o kıza olan aşkımı, inancımı bitirdi mi? Tabi ki bitirmedi...

Lise yıllarında ilişkimiz oldukça karmaşıklaştı.Benimle beraber dünyayı kurtarmasının yanı sıra, öpüşme sahnelerini uzatmak gibi görevleri vardı onun artık.Hatta zaman zaman dünyayı kurtarmasa da olurdu, daha önemli işlerimiz vardı.Büyüyordum yavaş yavaş, ve onun bedeni olmayı hak edecek kızların da daha büyük çaba sarf etmeleri gerekiyordu.Günaydın kelimesinin yanına ismimi eklemek zorundaydılar artık.Çıta çok mu düşük oldu?

Tam olarak böyle olmadı, onu hak edecek kız çok erken çıktı karşıma.Sınıfın geri kalan kızlarından çok daha güzeldi(görecelidir...), sınıfın "cool" çocuklarını çoktan reddetmişti, ve anlamsız bir şekilde benimle kimseyle geçirmediği kadar çok zaman geçiriyordu.Teneffüsleri beraber geçiriyor, kantine beraber gidiyor, eve beraber yürüyorduk.Öğle teneffüslerini de beraber geçirebilirdik ama internet cafe daha çekiciydi o zaman.Konuştuğumuz her konuda hararetli tartışmalara giriyor, saçma sapan tümcelere gülümsüyorduk.Ve en önemlisi okulun futbol takımında olmak, Fight Club'ı izlemiş ve algılamaya çalışmış olmak kadar önemli değildi onun için.Tam filmlere layık bir kızdı yani.Sonunda rüyalarımın kızını içine tıkıştırabileceğim birini bulmuştum...

Devamını yarına saklayacağım sanırım bu yazının.Gözlerim yanıyor.

22 Mayıs 2011 Pazar

Biz çoktan kazandık...


Aylardır tek kelime yazmıyorum blog'a.Sadece amatör yazarlık konusunda değil, hiçbir konuda istikrarlı bir adam olmamışımdır zaten.Fakat bugün böylesine büyük bir önem taşıyorken ve aklımdan sarı lacivert milyonlarca düşünce geçerken, eski dostumu bir ziyaret etmek gerektiğine kanaat getirdim.Tabi benim bu düşüncemde bu sabah okuduğum bir yazının verdiği ara gazı da var, hakkını yememek gerek Bülent Timurlenk'in...http://acetobalsamico.blogspot.com/2011/05/perde-inerken.html

Ben son 5 yılda sadece 1 kez şampiyonluk görmüş, 2 kez şampiyonluğun direğinden dönmüş bir takımın taraftarıyım.Bugün Fenerbahçe'm bir kez daha şampiyonluğun direğinde ve bu yazı tamamlandıktan yaklaşık 9 saat sonra falan ya yine direkte patlayacak ya da bütün memlekete kendini ayakta alkışlatacak.

Önemi yok...

Çok ateşli bir taraftar olduğumu söylersem çarpılırım, fakat 5-6 yıldır fırsatım oldukça ve/veya denk geldikçe Fenerbahçe maçlarını izliyorum.Bu sezonun başından beri ise mümkün mertebe Fenerbahçe maçlarını izleyebilmek için fırsat yaratıyorum kendime.Son 6 ayda Fenerbahçe'den ve futboldan aldığım keyfi en son yine Fenerbahçe'nin Şampiyonlar Ligi maçlarında performansının tavan yaptığı günlerde almıştım.Drogba'nın kendini yalandan yerlere attığı, Uğur Boral'ın Dani Alves'i arka arkaya düğümleyip durduğu, Edu'nun inatla yanlış kaleyi nişanladığı o güzel günlerden beri Fenerbahçe'den ve futboldan bu kadar zevk almıyorum.

Durum böyle olunca, varsın Fenerbahçe bana yaşattığı şu güzel günleri kupayla süsleyemesin kalbimde şampiyonluğu çoktan kazandı.Materyalizmin lüzumu yok!

Sahada oynanan futbolun, sahadaki sarı lacivert formayı giyenlerin, kulübede sarı lacivert formayı giyenlerin, Aykut Hoca'nın ve ona yardım eden herkesin ve tribünlerin dışında en çok ne gururlandırıyor beni biliyor musunuz?

Fenerbahçe'nin rakiplerini nasıl küçülttüğünü izlemeyi seviyorum en çok.Drogba bir oraya bir buraya yuvarlanırken yaşadığım gurur var ya hani, bugün o duygu var içimde yine.Gönül verdiklerini iddia ettikleri renkler ne olursa olsun Fenerbahçe'nin rakibini tutan insanlarla dolu sokaklar bugün.Gazeteler, televizyonlar "Trabzon şampiyon olsun istiyorum." demeçleri veren başkanımsılarla, teknik adamımsılarla, futbolcumsularla ve top toplayıcılarla dolu.Dün Galatasaray'lı olanlar bugün Trabzon'lu, dün Beşiktaş'lı olanlar bugün Trabzon'lu, dün xSpor'lu olanlar bugün Trabzon'lu.Tıpkı bundan net 1 yıl önce bütün bu saydığım adamların Bursa'lı oldukları gibi...

Fenerbahçe'nin karşısındaki takımı desteklemek farklı bir şey.Ben Galatasaray'lı olsam, ben de istemem Fenerbahçe'nin galip gelmesini.Mağlubiyetleri sevindirir beni yalan söylemenin de lüzumu yok.Fakat başkalarının zaferlerini sahiplenmek, onlarla gururlanmak benim yapacağım iş değil.Fenerbahçe'nin ve Fenerbahçe'linin yapacağı iş değil.Bursaspor şampiyon olduğunda sırf rakiplerimiz olamadı diye sevinç çığlıkları atmayız biz.Rakibimiz bir takıma puan verdiğinde, sanki o puanı biz çalmışız gibi konuşmayız biz.Fenerbahçe'nin ve Fenerbahçe'li olmanın en büyük farkı burada zaten.Kendimize yediremeyiz bu denli küçük düşmeyi...

Fakat bu yazının konusu bu tatsız meseleler değil, yani en azından yazıya başlarken değildi.Uzatıp canımızı sıkmayalım ve esas konuya dönelim.Bir başka gün bugün...

Bugünün evveliyatında yaşadığım 2 tatsız olay var ve ne kadar can yaktıklarını yaşamadan anlamanız mümkün değil, anlatmaya çabalamayacağım bile.Bugün belki üçüncü kez tadacağım aynı acıyı fakat hiç koymayacak bana.Bir süredir hayatımda gördüğüm en güzel Fenerbahçe'yi izliyorum ben.Sahada attıkları her adımda, birbirlerine verdikleri her pasta, kaleye vurdukları her şutta bambaşka bir zevk veriyor Fenerbahçe bana.Bu başarının kalıcı olacağını hissettiriyor ve tekrar tekrar gururlandırıyor beni bu takım.Bir taraftar olarak başka ne isterim ki gönül verdiğim renklerden.Bir kez daha üzsünler beni gerçekten önemi yok.

Çünkü biz çoktan kazandık...

27 Şubat 2011 Pazar

Crysis 2




Cankaya koskunden ozel olarak rica ettigim "leaked" Crysis 2 beta'sina dun gece 1 saat kadar bakma sansim oldu.Kabul ediyorum illegal bir durum bu, ancak satin almak konusunda ikilemde kaldigim bir oyundu ve 1 saatlik deneyimim kesin kararimi vermeme oldukca yardimci oldu.D&R Taksim'in ilk musterisi ben olacagim oyunun resmi cikis tarihinde.

Senaryo hakkinda konusmak gibi bir niyetim yok.Ben de icerikten tam haberdar degilim.Senaryoyu beta'da ilerletmeyi de dusunmuyorum, oyunu elime gecirdigimde alacagim hazzin azalmamasi icin.

Biraz daha teknik detaylardan konusmayi dusunuyorum.Fakat bunu yaparken oyunu basliklar altinda incelemekten ziyade ilk deneyimimi anlatayim size.

Dikkatimizi ceken ilk sey NanoSuit uzerindeki modifikasyonlar.Crysis'teki NanoSuit gorunmezlik/super guc/super hiz/super zirh ve savas alaninda dusmanlarimizi isaretleyebildigimiz bir durbun modunu iceriyordu.Basarili bir super asker olmak icin NanoSuit'in modlsri arasinda surekli olarak gecis yapmamiz gerekiyordu.NanoSuit 2 ise super hiz ve super guc ozelliklerini surekli olarak aktif kiliyor.Bu durumun iki sonucu var.Olumlu sonucu catisma esnasinda NanoSuit'in cok daha hizli tepki verebilmesi, olumsuz sonucu ise kompleks durumlarda enerjimizin cok daha hizli bir sekilde dibe vurmasi.

Gelelim oyunu gercekten guzel yapan kisma.Birinci buyuk catismam cember seklinde bir avluda gerceklesti.Alanin ortasinda rastgele dizilmis variller,karton kutular vesaireler vardi.Benim bulundugum tarafta ise, cemberin yarisini kaplayan ve ortadaki kutulara donuk 3 siper var.Tabi benim haberim yok bu durumdan.Hemen onunde kapinin esiginde bana sirti donuk bir asker var.NanoSuit'in gorunmezlik modunu actim, egildim yavasca hasmima yaklastim ve bogazina Rambo bicagini sapladim.Buraya kadar daha once yapmadigim birsey yok.

Bicagi saplar saplamaz sol tarafimdan "Hassiktir, adam oldu!" diye bir ciglik geldi, ben kafami oraya cevirirken coktan kursunlar ustume yagmaya baslamisti.2 dusman askeri vardi cember seklindeki avluda ve hemen sag tarafimda da bir siper.Hizli kosma ozelligim sayesinde siperin arkasina gectim ve saklandim.Kafam hafif yere egikken NanoSuit'in enerjisinin dolmasini bekledim, %100 oldugunda gorunmezlik modunu aktif hale getirdim ve Crysis 2 tekrar sasirtti beni.Zirhimla beraber golgemde yavas yavas siliniyordu catisma alanindan, 1-2 saniye kadar bunun ne kadar guzel bir detay oldugunu dusunup kafami siperden kaldirdim ve tekrar sasirdim.Kacip saklanip oyunu ovdugum 5 saniye icinde hasimlarim ortadan kaybolmustu.Catismada yer degistirip dusmanin sasirtmanin avantajli bir durum oldugundan haberdar olan sadece ben degilim demek ki.

Fedakarlik edip bosluga bir kursun siktim.Gorunmezlik modum deaktif hale geldi, NanoSuit'in enerjisi tukendi ve ortadak varillerin arkasindan uzerime tekrar kursun yagmaya basladi.Geri egildim kafami tekrar uzatmaya hazirlandim.Dusmanlarimin nerede oldugunu biliyordum ve elimden kurtulamazlardi artik.Tam kafayi kaldiracaktim ki...

Siperimin hemen sol tarafina bir el bombasi attilar ve sag tarafina da yaylim atesi actilar.Siperde kalirsam bomba bana buyuk hasar verecek, sagdaki sipere kosarsam da kursunu yiyecektim.Mevcut durum normal bir insani oldurmeye yeter ama NanoSuit'i degil.Super zirh modunu aktiflestirdim.Hasimlarima ates actim ve sag tarafa kaymaya basladim.Bombayi atan eleman coktan geri saklanmisti ama digerini hakladim.Sagimdaki sipere gectigimde yine zirhimin enerjisinin dolmasini bekledim ve tekrar gorunmezlik moduna gectim.

Saat yonunde gezip dusmanimi ararken, onun da ayni seyi yaptigini gordum.Siperinden ayrilmadan saga dogru adim adim ilerleyip beni ariyordu.Ben coktan arkasina gecmis bicagi boynuna saplamak icin yaklasmistim ona.

Bu catisma Crysis 2 ile ilk deneyimimdi ve yaklasik 30 saniye surmustu.Daha fazlasini yasayabilmek icin ise Mart 22(yanlis hatirliyor olabilirim)'yi beklemek gerekiyor...

Allah sabir versin.

24 Şubat 2011 Perşembe

Corona




Welcome back Mr.Anderson.We missed you.

Azeroth




Biz Tanri var mi yok mu, hangimizin Tanri'si gercek olan gibi sorularla kendimizi yoralim.Tanrilarimizin adini arkamiza alip birbirimizi oldureduralim, oralarda bir yerde safi hayalgucuyle yaratilmis bir evren var.Yaratilisi buyuk bir gizem olmayan, uzerinde yasayan ve belli bir İQ seviyesinin uzerinde olan her canlinin biraz biraz kendi gecmisini, kokenini bildigi bir evren Azeroth.

Azeroth'un hikayesi Titan'larla basliyor.Nasil yaratildiklari Azeroth ahalisi tarafindan bilinmiyor olsa da Azeroth'a onlarin hayat verdigi biliniyor.Titan'lar ayak bastiklari gezegene hayat veren yaratiklar.Bir gezegene yerlesiyor, onu bastan sekillendiriyor, sonra belki de milyonlarca yil boyunca yanindan bile gecmiyorlar.Sekillendirdikleri gezegen tehlikeye girdiginde ise onu yeniden tasarlamak icin geri donuyorlar.Butun bunlari ne amacla yaptiklari ise kokenleri gibi bir gizem.

Titanlarin yarattigi Azeroth birkac milyon yil boyunca onlarin sekillendirdigi mutlu mesut hayatina devam ediyor.Gezegen uzerindeki ilk canlilar olarak bilinen Dwarf ahalisi o zamanlar, kayadan derileri ve parlak gozleriyle mekanik mahlukatlar ve tek amaclari kendi medeniyetlerini yukseltmek.Kendi sehirlerini insa ediyor, gezegenin cografi ozelliklerini bile belirliyorlar.

Bu birkac milyon huzurlu yilin ardindan, eski tanrilar ortaya cikiyor.Kokenleri tipki Titanlar gibi belirsiz olan ve saf enerjiden olusan bu arkadaslar yavas yavas Azeroth'u kirletmeye basliyorlar.Azeroth uzerinde idugu belirsiz yaratiklar, amaclari belirsiz Elemental'ler dolasmaya basliyor.

Takip eden birkac milyon yil boyunca da eski tanrilar Dwarf'larin medeniyetini yikmaya, Dwarf'lar ise kaybettiklerini geri insa etmeye calisiyorlar.Bu surecte eski tanrilar Azeroth'un gucunu iyiden iyiye anlamaya, kontrol etmeye basladilar.Bu kisir dongu devam ederken eski tanrilar kendilerini ve guclerini Azeroth'un bir parcasi haline getirdiler.Kazandiklari yeni bilgilerini ise en guclu silahlarini yaratmak icin kullandilar.Eski tanrilar Curse of Flesh(Turkce meali et laneti oldugu icin kullanmamakta gayda var)'i yarattilar.

Curse of Flesh Titan'larin yarattigi mukemmel yaratiklarin basina gelebilecek en kotu seydi.Artik yasiyor, hissediyor, oluyor ve evrim gecirebiliyorlardi.Her canlinin farkli bir motivasyonu ve farkli bir yasam alani vardi.Azeroth artik Titan'larin yarattigi mutlak duzeni degil eski tanrilarin yarattigi kaos ortamini temsil ediyordu, ve Titanlar olurda bir gun geri donerse bu manzaradan hic hosnut olmayacaklardi.



21 Şubat 2011 Pazartesi

Besiktas 2 - 4 Fenerbahce




Futbol uzerine yazmak adetim degildir.Fakat seyir zevki bu denli yuksek bir mac izleyince insanin karalayasi geliyor uc bes kelime.Dun aksamki mac iki takim icinde buyuk onem tasiyordu.Fenerbahce'nin sampiyonlugu kovalarken yara almamasi onemliydi.Besiktas'in ise son haftalardaki muthis performansindan en azindan prestijini kurtarmak icin galip gelme zorunlulugu vardi.Sartlar boyle cetin olunca, macin rolantide gecmeyecegini tahmin etmek pek zor olmadi.

Macin ilk dakikalarinda Fenerbahce'nin odevini daha iyi yaptigini gorduk.Fenerbahce'li oyuncular ayaklarina degen her topu sol kanatta Santos-Dia ikilisine aktardilar.Fener hucum ederken geri gelmeyen Quaresma'nin yalniz biraktigi Ekrem rakiplerini sert mudahalelerle durdurmak zorunda kaldi.Farkli sartlar altinda dakika 15'i gormeden kirmiziyi bile gorebilirdi.Erken gelen golle moral avantajini da yakalayan Fener Dia'nin hiziyla sayisiz pozisyon yakalayip Dia'nin zekasiyla sayisiz pozisyonu harcadi.Yirminci dakikada yedek kulubulerinden oyuna yansiyan ilk mudahale Schuster'den geldi.

Quaresma ve Simao'nun kanatlarini degistiren hoca, oyunun dengesini de degistirdi.Besiktas toplari ters kanada oynamaya baslayinca Niang'in baskisi etkisizlesti.Sahaya igneyle cikan Gokhan Gonul de Quaresma karsisinda bocalayinca Besiktas pozisyon kovalamaya basladi.Bu surecte ise Lugano-Yobo-Volkan uclusunun uyumu dikkat cekiciydi.Besiktas'in beraberligi yakaladigi gol tek kelimeyle muhtesemdi.Ekrem'in deparinin ardindan kendisinden beklendigi uzere cizgiye inip orta kesmek yerine topu cekip Lugano'yu kasaba gondermesi ve kullandigi sutun guzelligi harikaydi.Fenerbahce'nin golu kullanilamaz hale getirdigi Besiktas sag kanadindan yemis olmasi ise baska bir konu.

Ikinci yari ilk yarinin son 20 dakikasi gibi ibre Besiktas yonundeyken basladi.Beraberlik goluyle beraber taraftari arkasina alan Besiktas daha organize gelmeye basladi ama basarili bir hucumlari yoktu.Fenerbahce savunmasi muthis duzenli ve Besiktas'i uzun sutlara ve korner misali ortalara zorluyordu.Bu uzun sutlardan birinde de Simao'nun frikigini yakaladi Besiktas.Karambole carpan topun bombos Ibrahim Toraman'in onunde kalmasi tipki Dia'nin 22'deki sutunun direkte patlamasi gibi top yuvarlaktir seklinde aciklanabilir.Golde ne Fenerbahce savunmasinin ne de Besiktas hucumunun iyi veya kotu oldugu yorumuna varmak zor.

Besiktas'in ikinci golu ve Alex'in penaltisi arasindaki dakikalar ise Super Lig'in cok zamandir izledigim en guzel dakikalariydi mucadele olarak.Ozellikle Niang'in bir rakibini bakkala digerini berbere gonderdikten sonra 50 kusur metrelik depari ve Quaresma'nin patentli sag ayak disiyla asirtmasi macin en dikkat cekici anlariydi.Takibinde Ferrari'nin Lugano'yu kundeye getirdigi korner var ki, penalti 3 dakika once gonul rahatligiyla calinabilirdi.

Fenerbahce taraftarlarinin bir onceki pozisyondan rakilari fondipledigi anda ise penalti geldi.Maci stadda izlemeyen herkes penaltinin neden verildigini pozisyonu tekrar izleyince gorduler ve rakilari fondipleme sirasi Besiktas taraftarlarina geldi.Bu noktada Ferrari'nin hareketini cok yadirgamamak lazim.Her duran topta rakip ceza sahasina giren Lugano ile eslesmek kolay degil.Savunmacisini itip kakmayi, konsantrasyonunu bozmayi sever Lugano.Gerilim dozu yuksek bir karsilasmada cok zamandir forma giymeyen bir savunmacinin en sonunda isyan edip agzina yumrugu vurmaya kalkismasini sadece dogal olarak tanimlayabilirim.Ferrari'nin zamanlamasinin bok gibi olmasi ve bu kadar aleni bir aptallikta yapmasi ise yine ayni gerilimden kaynaklaniyor.Fatura'nin Ferrari'ye kesilecek olmasi ise uzucu.

Penalti karariyla ambole olan Besiktas hem zaten sallanmakta olan savunmasinin kolonlarindan birini hem de konsantrasyonunu kaybedince skorun 2-2 kalmayacagi da kesinlesti.Aklini bir kenara birakip icguduleriyle oynamaya baslayan Besiktas'in cezasin Alex hat-trick yaparak kesti.Bu noktada teknik taktik gibi konulara deginmenin pek anlami yok.Besiktas gibi geriden gelip, one gecip tekrar geri dusen her takim ayni cokusu yasardi.

Maci ozetlemek gerekirse, Aykut Kocaman'in oyun sablonunun yavas yavas oturmaya basladiginu soyleyebiliriz.Kulup olarak hali hazirda kaos icerisinde olan Besiktas karsisinda alinan galibiyet basari kriteri sayilamayacak olsa da, Fenerbahce icin isler bu aralar yolunda gidiyor gibi gorunuyor.Besiktas'in bu mactan sonraki performansinin nasil olacagi ise buyuk merak konusu...

18 Şubat 2011 Cuma

Marion Cotillard





Marion ablaya askimiz buyuk.Nolan abi bana katiliyor olacak ki The Dark Knight Rises'da kendine bir rol kapmis.Bu guzelligi essiz aksani ve insani yiyip bitiren gozleriyle deriler icinde izlemek cekici bir fikir.Ancak Nolan abi hevesimizi kursagimizda birakacak keza Catwoman rolu Anne Hathaway'in.

14 Şubat 2011 Pazartesi

The Amazing Spider-Man





Yeni fotograf...en azindan maskenin Sam Raimi kostumunden daha guzel gorundugunu soyleyebilirim.

7 Şubat 2011 Pazartesi

Ultimate Venom









Spider-Man'le az cok muhattap olan herkes Venom'u tanir.Farkli evrenlerde sayisiz kez hikayesi bastan yazilmistir.Fakat kanimca en basarili ve filmlere gercekten konu olmayi hak edebilecek hikayesi tartismaz Ultimate versiyonudur.

Ultimate Venom'un hikayesi uzayda degil bir laboratuarda basliyor.Basarili bilim adamlari Richard Parker ve Eddie Brock kanserin tedavisi uzerinde calisiyorlardi ve teoride tedaviyi de bulmuslardi.The Suit ismini verdikleri projeleriyle insan bedenine kendini adapte eden ve kanserli hucrelerle savasmasi icin vucudu guclendiren bir sivi uzerinde calisiyorlardi.

Tabi calismalari onlara biraz tuzlu geliyor ve iflas noktasina geliyorlar.En naihayetinde kanserin tedavisi uzerinde calistiklarindan kendilerine sponsor bulmakta zorlanmiyor ve Trask Industries ile anlasiyorlar.


Parker ve Brock kanseri yok etmek gibi kutsal bir amac ugruna nobel odullerinden bile vazgecip The Suit'in patentini Trask'e emanet ediyorlardi.Proje ilerlerken sirketin daha az kutsal amaclara hizmet eden yoneticileri, The Suit'in askeri alanda saglik sektorunden daha karli bir is olanagi olacagina kanaat getiriyor ve Parker'la Brock uzerinde baski kurmaya basliyorlardi kisa zamanda.

Sirket hiyerarsisinde soz hakki bulunmayan ve tum yasal haklarindan naifce vazgecen ikili yarattiklari simbiyotun gercek olmayan ama gercege yakin bir formulunu Trask'e birakiyor, bir kopyayi da laboratuar tupune saklayip istifalarini veriyorlar haliyle.Kazik yediklerini anlayan Trask Industries her acgozlu sirketten beklenecegi uzere Parker ve Brock ailelerinin olum fermanlarini imzaliyorlar kisa vadede.Richard Parker ve Eddie Brock esleriyle beraber sebebi mechul bir ucak kazasinda hayatlarini kaybettiklerinde arkalarinda iki kucuk cocuk birakiyorlardi, Peter Parker ve Eddie Brock Jr.


Gel zaman git zaman takribi 10 yil sonra manitasiyla telefonda kavga eden Peter efendi var gucuyle duvara firlattigi telefonu duvarla beraber parcaladiginda orada olmamasi gereken bir sandik bulur Queens'teki evinin bodrum katinda ve hikayeler kesisir.

Sandigin ici babasinin son adiyla Project Venom ismini tasiyan projesiyle ilgili dosyalarla doludur.Sandigin icinden bir de video kaset cikar.Kasette Richard Parker ogluna dunyanin cok acimasiz olduguna dair vaaz veriyor ve ona biraktigi tek mirasi alabilmesi icin kendisinden 5 yas buyuk Eddie Brock Jr. ile irtibata gecmesi gerektigini soyluyordu.

Hikayenin buradan sonrasi detaylar disinda Venom'un geri kalan evrenlerdeki hikayeleriyle oldukca benzesiyor.Merak edenleriniz varsa Ultimate Spider-Man'in Venom cildini okuyabilir ve/veya ikibin bilmemkac yilinda cikan video oyununa bir goz atabilirler.Oyunu bosverin aslinda, ama cizgi romanlardan hoslaniyorsaniz Venom kultleriniz arasinda yer almayi hak edecek bir hikaye.

6 Şubat 2011 Pazar

Never mess with a chevy dude!



Transformers Dark of the Moon'un 30 saniyelik Super Bowl görüntüsü.FOX'a verilen 3 milyon dolara değmiş gibi...

The Amazing Spider-Man (2012)





Cekimler bir kez daha New York olmayan bir sehirde gerceklestirilirken, filmden karelerde internete sizmaya devam ediyor.Yeni kostumun su ana kadar yakalayabildigim en net fotografi yukarida.Sahsi yorumum cok olumlu degil fakat grafiker parmagi degdikten sonra nasil gorunebilecegini kestirmek zor.

Yeni kostum, Sam Raimi'nin kostumunden sonra oldukca radikal hatlara sahip ve klasik kostumden ziyade Ben Reilly kostumunu andiriyor.Sam Raimi'nin klasik kostum uzerindeki basarili yorumunun ardindan alternatif bir kostum kullanilmasi kabul edilebilir sanirim...

-Time will tell.

Nolan abimiz de cekimlere baslasi Dark Knight'in evrimini de gorsek :)

4 Şubat 2011 Cuma

Hans Zimmer





Buyuk dusunurlerimizden Serdar Ortac "Hepi topu sekiz tane nota var, kac farkli melodi uretebilirsiniz?" diye dusunedursun, muzik bizi etkilemeye ve halet-i ruhiyemizi degistirmeye devam ediyor.Almanya dogumlu abimiz Hans Zimmer o sekiz notayla bizi diyardan diyara goturen insanlardan.En iyi on film listelerimizi yaparken, o filmlerin en azindan 3 tanesinde onun melodilerinin imzasi var.En az 2 tanesinde de John Williams'in.

Hans abimizin ilginc bir kariyeri var.Babasini kaybettikten sonra kendini muzige adadigini soyleyen Zimmer ilk uluslararasi basarisini MTV yayina gectigi gun yayinladiklari ilk klip olan "Video Killed the Radio Star" parcasiyla yakalamis.Kariyeri nispeten daha basirisiz gruplarla devam ederken, gunun birinde Wikipedia'da yazmayan bir sebepten "Soundtrack" sektorune yatay gecis yapmis.

O film senin bu film benim muzik yaparken, ilk dikkat cekici calismasi olup olmadigi sorgulanabilir olsa da, ilk sukse yaptigi film "Rain Man" olmus.Boyle ozel bir calismaya imza attiktan sonra Hollywood'a kapagi atan besteci 1994'te Lion King'in muzikleriyle Oscar heykelcigine de kavusmus.Kariyeri boyunca 7 kez Oscar'a aday gosterilen Zimmer, sadece Aslan Kral'la almis.95'te ise Crimson Tide'in muzikleriyle de Grammy'i eklemis odullerine.

Zimmer esas populer calismalarini ise 2000'li yillarda yapmis.The Gladiator, Black Hawk Down, The Last Samurai, Pirates of the Carribean uclemesi,Hannibal,Angels&Demons,The Ring,Pearl Harbor ve daha bir dunya filme sihirli parmagini dokundurmus.

Son donemde ise belki de muzik sektorunun en basarili islerini cikarmis Zimmer.Karamsar tinilarini ve Heath Ledger'i icinden cikardiginizda siradanlasan Christopher Nolan imzali Batman filmleriyle isinma turlari yapan Zimmer, İnception ile sektorun zirvesini yapmis durumda.Inception'in muzikleriyle ilgili ayri bir yazi yazmayi planliyorum keza korkunc bir hayal gucunun ve on calismanin eseri Inception OST.Ote yandan apayri bir kulvarda Call of Duty : Modern Warfare 2 ile video oyunlarina da dokunmaya baslamis Zimmer.Kanimca bilgisayarima yukledigim en basarili silahla kosturmaca oyunudur.Zimmer'in melodilerinin katkisini anlatabilmem icin ise sizinde en azindan 1 tur oynamis olmaniz gerekiyor...

2 Şubat 2011 Çarşamba

Bane









Bane Batman'i biraz olsun seven insanlarin yabancisi olmadigi bir karakter.Joel Schumacher'in Spider-Man'in Rhino'su olarak kullandigi o guresci kilikli ayi oluyor kendisi.Bugun Batman'i iceren video oyunlari ve cizgi romanlarda da ayni rolu ustleniyor.Ancak Bane'in gecmisini daha iyi bilenler, Chris Nolan'in neden ucuncu Batman filminin kotu adami olarak Bane'i sectigini coktan anlamislardir.

Nolan filmlerinin kotu adamlari hep Batman ile kiyaslayabilecegimiz karakterlerdi.Ra's Al Ghul, Batman'in ogretmeniydi.Ayni metodlarla savasiyor, benzer sekillerde dusunuyorlardi.Ancak biri sistemi sifirlayip yeni bir dunya duzeni duslerken digeri mevcut sistemin mihenk taslarindan biriydi.Joker, Batman'in negatifiydi.Batman'in kendi kurallari vardi, Joker'in yoktu.Batman'in saklamak zorunda oldugu sirlari vardi, Joker'in sirlari varsa bile bir bok ifade etmiyorlardi.Batman'i tanimlayan sey Bruce'un gencligiydi, Joker'in gecmisine dair zerre ipucumuz yoktu.Joker ile ilgili cumleleri uzatabilirim, ama sanirim ana fikri anladiniz.

Bane Knightfall hikayesi icin yaratilmis bir karakter.Hayranlar icin Knightfall, Dark Knight'a denk guzellikte bir hikaye.Bruce depresyona girip dunyayi geziyor ve Ninja'lik egitimi aliyorken, Bane hapishaneyle bogusmak zorunda kaliyor.Gerek hapishanedeki gruplarin akil oyunlariyla cebellesiyor, gerek uzerine yuruyen suclulari tekme tokat dovmek zorunda kaliyordu.Haliyle iki karakter cok alakasiz ortamlarla ve sebeplerle kendilerini benzer yontemlerle egitiyorlar.Gun geliyor Bane Batman'i ortadan kaldirmak icin oldukca planli ve programli bir harekata girisiyor.Arkham Asylum'da buyuk capli bir firar yaratiyor.Sokaga Venom isimli bir uyusturucu cikariyor, Bruce Venom ile mucadele ederken bizzat kendisi bile bagimli hale geliyordu.Takip eden olaylarda Batman bir yandan uyusturucu bagimliligiyla cebellesiyor, bir yandan kariyerinde karsilastigi hemen hemen tum kotu adamlarla savasiyordu.Tukenme noktasina geldiginde ise planin kurucusu ve esas kotu adami Bane'le karsilasiyor ve tokadi yiyordu.Knightfall hikayesinin ozeti bu.Tabi beklendigi uzere Batman'i tekme tokat dovmek yetmeyecek ve Batman oyle ya da boyle Gotham'in kara sovalyesi olmaya devam edecekti eninde sonunda.Bane ise Batman'in duzenli olarak karsilastigi siradan bir kotu adam haline gelecekti zaman asiminda.

Chris Nolan odevine iyi calismis ve ideal kotu adami hayatimiza sokmus gibi gorunuyor boyle dusununce.Nolan'in evreninde Ra's Al Ghul Batman'e degil Bruce Wayne'e ve onun temsil ettigi modern dunyaya saldirmis, Batman tarafindan alt edilmisti.Joker, Batman'e ve onun temsil ettigi iyi insanlarla dolu Gotham'a saldirmisti.Batman tarafindan pataklanmis olsa da esas savasini Gotham'a ve Gotham'in ikonlarina karsi vermisti.Harvey Dent'in oldugunu ve Batman'in de katil zanlisi olarak filmi bitirdigini dusunursek, Joker kazandi diyebiliriz.


Mevcut durumda Bruce Wayne onu hayata baglayan tek sey olan sevdigi kadini kendi elleriyle mezara gondermis durumda.Hali hazirda zaten sorunlu bir karakter oldugunu da dusunursek, mental durumunun cok iyi olmadigini dusunebiliriz.Super kahraman kisiligi olan Batman ise, Harvey Dent'in bir numarali katil zanlisi durumunda ve butun sehir fellik fellik onu ariyor.Kahraman olarak itibari da tavan yapmis sayilmaz...

Simdi tam bu noktada denkleme Batman'e hemen hemen her acidan es deger bir kotu adam ekleyin ve bu kotu adamin yukarida az cok bahsettigimiz butun cephelerden Batman'e saldirdigini dusunun.Kulaga guzel geliyor degil mi?

Ozetlemek gerekirse, Bane Nolan filmlerine yakisacak bir kotu adam ve cok fazla hikaye opsiyonu vaat ediyor.Heath Ledger'in superkahraman filmlerinin citasini fena halde yukselttigi Joker ile asik atip atamayacagini ise sanirim sadece Chris Nolan ve saz arkadaslari biliyor.

Tusubasa





Futbol enteresan bir oyun.Kabul edin ya da etmeyin hepimizin hayatinda yeri var.En ilgilenmeyenin bile anlatmaya degecek birkac anisi ve/veya hikayesi var bu oyunla ilgili.

Tusubasa bu anilardan biri.Bizim jenerasyonda bu oyunu seven herkesin ortak paydasi demek yanlis olmaz.Cogumuz mesin yuvarlagi onunla sevmeye basladik.Gecirdigi trafik kazasindan futbol topu sayesinde yirtan bu ufakligin hikayesine ortak olduk yillarca.O ruyalarinin pesinden, biz onun pesinden cok top kosturduk.Ben yapmadim diyen insanlari ickili bir ortamda sinayin, onlar da anlatsinlar size anilarini.

9 aylik oynarken kaleye her gectiklerinde kafalarina gecirdikleri sapkayi anlatsinlar.Kartal vurusu yapmaya calisirken vucutlarinin aldigi o garip sekli anlatsinlar.Vurduklari top bir turlu frizbi formuna kavusmadiginda yasadiklari hayal kirikligini da anlatsinlar size.Tipki sizin de onlara anlatacaginiz gibi...

14 Ocak 2011 Cuma

The Amazing Spider-Man (2012)





Dun gece İnternet'te gezinirken bu fotografla karsilastim.Sam Raimi'nin felaketle sonuclanan uclemesinin ardindan bilincaltimin en ucra koselerine firlattigim Spider-Man'in sinema macerasi sag elimin ustune kocaman bir isirik atarak bilinc ustume geri dondu.Henuz uzerinden 10 yil bile gecmemis olmasina ragmen serinin sifirlanmasi biraz rahatsiz edici olsa da, Spider-Man 3 dusunuldugunde Spider-Man markasini kurtarmanin baska bir yolu olmadigi da kabul etmemiz gereken bir gercek.Sam Raimi ve saz arkadaslarinin o filmi hangi kafayla cektikleri hala muallak...

Fotografin etkisiyle hemen sinema ve cizgi roman icerikli web sitelerine, marvel.com'a ve imdb.com'a saldirdim ve filmle ilgili biraz daha veri toplamaya calistim filmle ilgili.Karsilastigim sonuclar bu filmin tamamen ticari kaygiyla yapilmis bir hareketten cok daha fazlasi oldugu izlenimi yaratti bende.

Resimdeki kostumle ilgili cok fazla konusmak su asamada cok dogru degil.Sirt bolumu ve maske denkleme girdiginde daha net konusulabilir.Simdilik elimizdeki kostumun Raimi kostumune nazaran daha dinamik ve daha radikal cizgiler tasidigini dusundugumu soyleyebilirim.Tek eksi puanim ise fotografta yer almayan kemer bolumu ve keskin bir cizgiyle ayrilmak yerine "blend" olan kirmizi-mavi kalca bolumu.Tabi finalde karsilasacagimiz kostumun birebir bu fotograftaki kostum olmama sansi da var her zaman.




Twilight jenerasyonundan vampir oglanlardan birinin Peter Parker rolunu kapmasi ilk etapta biraz rahatsiz etmisti beni.Uzerine az biraz dusununce ise daha uzun boylu, daha ince hatlara sahip ve daha esnek bir Spider-Man izlemenin bodur Tobey Maguire'dan sonra hepimizin hakki olduguna kanaat getirdim.Tamamen Twilight kaynakli on yargilarim olsa da Marc Webb'in oyuncu kadrosunu secerken benden daha basarili secimler yapacagina inaniyorum.




Fotograf sanirsam ki (500) Days of Summer'in setinden.Sol taraftaki arkadas yonetmenimiz Marc Webb, ortadaki guzellik yengeniz Zooey Deschanel, sag taraftaki arkadas ise cogumuzun Inception ile tanistigi Joseph Gordon Lewitt...

Bana sorsaniz (500) Days of Summer'daki performans ve uyumlarindan sonra oldugu gibi Spider-Man'e transfer olmasi gereken bu ucluden sadece yonetmen Marc Webb'i alabildik.Webb'in kisa ama oz sinema kariyerinden ve evvelindeki hayatindan blog'un ilk yazisinda bahsetmistim biraz, gozumde Peter Parker karakterini sinemaya Sam Raimi'den daha basarili tasiyabilecek yegane yonetmen oldugundan da.Tekrar tekrar uzerinden gecmeye pek gerek yok sanirim.

Bu aksamlik yazabileceklerim bu kadar.Biraz daha devam edersem yazmaya kaptirip calismak yerine blog'a yuklenecegim sanirim.Net bir tarih veremeyecek olsam da konuyla ilgili bir sonraki yazim oyuncu kadrosunu ve tahminimdeki senaryoyu icerecek...

2 Ocak 2011 Pazar

Hoscakal...

Aylardir hazirlaniyoruz bugune.Altina imzalari biz attik, tarihini kendimiz belirledik.Fakat bugunun gercekten yasanacagina bir turlu inandiramamistim kendimi bugun bile inanmak istemiyorum.Bu gece son kez kepenkelerini indirecegim onun ve bir daha benim olmayacak.

Modern zamanlar boyle sanirim.İnsanlar, mekanlar, isimler, adresler surekli olarak degisiyor.Bugun yasadigim evi liste disi tutarsak en sevdigim, en deger verdigim adres isim degistiriyor.Artik baska biri anilarini saklayacak ona.Disaridan bakinca nasil uzuldugumu anlamak zor, ama biliyorum bugun kepenkleri indirirken gozlerimden yaslar akacak.

Bugun her sevgilimden ayrilirken yapmayi huy edindigim uzere anilarimizi getiriyorum gozumun onune.Hayatimi tanimlayan her konuda, her insanda bir parmagin var.Herkese az cok dokunmussun sen.

Babamla orada tanistim mesela.Diplomami orada babama uzattigimda bana kocaman sarildi diyebilmeyi cok isterdim.Yapardi sanirim, ama ben o kadar iyi bir evlat ve/veya ogrenci olamadim hic.Ama babamdan ilk fircami orada yedim.Dibine kadar hakliydi anlamamistim o zaman, kizmistim ona cok.Bugun de her surtustugumuzde ayni sey oluyor.Buyuk ihtimalle yine cok hakli o, ama ben anlayamiyorum.Olsun, 10 yil sonra dersimi almis olacagim.Belki birgun biraz olgunlasir yedigim haltlar icin ozur de dilerim babamdan.Ona da hoscakal demeden yapmakta fayda var.

Kuzenlerimle orada tanistim ben.İyisiyle kotusuyle onun sayesinde girdiler hayatima.Daha iyi insanlar olabilirlerdi belki, ben de pekala daha puruzsuz bir adam olabilirdim.Onemli degil, daha cok sevecegim insanlar bulamazdim yerlerine.

Yakin cevremle orada tanistim ben.Sinif arkadasiydik belki, ama muhabbetimiz yoktu pek.Gunun birinde dukkanda kesisti yollarimiz.Inanmayi reddettigim bir konsept olsa da kader demekten baska birsey gelmiyor aklima.Uzerinden nereden baksaniz 8 yil gecti o gunun.Biz hala beraberiz onlarla.Sen olmasan onlarda olmayacaklardi sanirim hayatimda.

Babamin cok arkadasiyla, cok dostuyla da tanistim orada.Cok ozel insanlar soktu hayatima babam ve isyeri kombinasyonu.Bizim yasadigimiz gezegende varolmasina daha dogrusu hayatta kalmasina ihtimal bile veremeyecegim kadar iyi insanlarla tanistim sayesinde.Bugun icimde biraz iyilik, azicik bir vicdan, en ufak bir umut varsa annemden, babamdan sonra onlarin payi cok buyuk.

Muzikle orada tanistim ben.Goreceli bir kavramdir ama kulak zevkim orada olustu.Film muziklerine bayilirdim kucukken.Sinemaya giderdim hemen karsi pasajda, filmi begenirsem dukkana kosardim soundtrack albumunun ambalajini yirtardim baslardim dinlemeye.Tekrar yasardim filmi, kah kitaplara gececek kadar asik olurdum, kah maceradan maceraya atlardim.Sonra gunun birinde hayatimda gordugum ilk 2cd'li kutuyu gordum orada.Hayatim degisti.En azindan muzikle olan iliskim buyuk bir viraj dondu.Metallica'nin S&M albumuydu soz konusu 2 cd'li kutu.

Cizgi romanlarla orada tanistim ben.O zamanlar Asterix ve Tenten vardi.Kac maceralarini kacar kez okudugumu hatirlamiyorum.Bugun evdeki bilgisayarimin bir kosesinde durur arsivleri.Bakarim arada, cocuklugumu hatirlarim.

Sevgililerimin de yollari kesisti onunla onlarca kez.İlk kez kizin birine telefon edip yarin mesgulum dedigi an yasadigim hayal kirikligina da tanik oldu, bir sonraki cumlesinde ertesi gun mutlaka goruselim, arayi cok acmayalim dediginde yuzumdeki salak ifadeye de.Takibindeki 48 saat boyunca insanustu bir gucle o salak ifadeyi koruduguma da.Ayni kiz kapisindan ilk kez girdiginde kalbimin nasil attigini, elimin ayagima nasil dolastigini, yanaklarimin nasil kizardigini, yaklasik 1.5 dakika merhaba bile diyemedigimi ve butun bu sacmalamayi nasil sevimli bir sekilde yaptigimi da bir tek orasi anlatabilir.İlk terk edilisimdeki telefon konusmasini da orada yaptim ben, bu paragrafin geri kalani kadar sevimli degildim o an.Allahtan dili yok anlatamiyor o halimi bu dukkan.

Sevdigin bir yabanciyi kaybetmenin nasil koyabilecegini, kanserin ne boktan bir hastalik oldugunu, havanin ne kadar soguyabilecegini, bir insanin ne kadar usuyebilecegini, is hayati denilen seyin benim icin ne kadar zor oldugunu, sevdiginiz insanlarla bazen yollarinizin ayrilmasi gerektigini, ve bu ayrilma isinin ne kadar yasarsaniz yasayin, ne kadar ogrenirseniz ogrenin her defasinda nasil koyacagini da orada ogrendim.

Yazdiklarimi tekrar okuyunca bu yazida annemin adinin hic gecmedigini de fark ettim.Kendimden bahsediyorsam en cok onun parmagi degdi halbuki bana.Babamdan bir ders almisim demek ki en azindan, isini ve evini asla birbirine karistirma der babam her zaman.Ticaret gergin bir is ve onu eve tasimamalisin, evdeki huzur herseyden onemli der babam.Uzgunum annecigim ama dukkanla ilgili anilarimda sana cok fazla yer yok.

Yemeyi, icmeyi, sicmayi orada ogrendim ben.Oturmayi, kalkmayi hala ogreniyorum.Konusmayi ogrenme konusunda ise hala katetmem gereken muazzam bir mesafe var.Ogretmenligimi orasi yapmayacak artik.

Yazarak bitiremeyecegim seni.Birazi da benimle kalsin anilarimizin.Bu gece son gecemiz olacak ama ben hazir degilim aslinda seni birakmaya.Kimseye soylemeyecegim senden baska.Tabi bunlari soylerken anneme yazmis oluyorum en azindan.Yarin bir ara duygusallasir yatarim kucagina zaten.Bu gece herkesi gonderecegim dukkandan.Son kez isiklarin yanip yanmadigini kontrol edecegim, son kez bilgisayarlara, muzik sistemine bakacagim.Son kez ocaklar yaniyor mu, calismamasi gereken bir alet calisiyor mu diye bakacagim.Hersey bittiginde son kez kalkacak kepenklerin benim icin, yaklasik 1 saat once insanlara kapattigim kepenkler.Sonra ben sessizce cikacagim yarim kepenklerin altindan istiklal'e.Kapinin esigine biraz gozyasi birakacagim.Onlar benim hoscakalim olacak sana, keza ne hoscakal demek isteyecegim sana ne de hoscakal diyebilecek durumda olacagim.Sen anla beni, ne de olsa en cok sen taniyorsun.

Yeni sahiplerinle tanistik biz.Kotu insanlar degiller, babam sevdi en azindan onlari.Konu insan oldugunda guvenirim babamin zevklerine.Sana iyi bakacaklarina eminim, benim kadar severler mi soz veremem.

Aksam soylemeyecegim ama, hoscakal...