30 Mayıs 2011 Pazartesi

Siz hiç aşık oldunuz mu? -Bölüm 1-

Bu başlığı atıp altına Örümcek Adam'ı yerleştirince bu yazıyı okuma ihtimali olan insanların yarısını kaybettim ama olsun.Örümcek Adam muazzam bir metafordur benim için.Sorsanız anlatamam neden diye, ama öyle...

Soruyu size yöneltmiş olsam da bu yazının devamı tahmin edebileceğiniz üzere benim cevabımı içeriyor, ya da enazından içermeye çalışıyor.

Ben aşık oldum bir kez.Rüyalarımda bile göremeyeceğim bir kız yarattım kafamın içinde.Kısa bir süre sonra o kızı aldım gerçekten çok güzel bulduğum bir bedenin içine hapsettim.Sonra oldukça uzun bir zamanı aşık olduğum kızı o bedende arayarak geçirdim.Sonuç hüsran tabi ki.Fakat alışıldık bir hüsran değil bu.Onun için seçtiğim bedenin içinde başka bir kız vardı.Benim rüyamdan izler taşıyan bir kız ama benim rüyamdaki kız değil.

Bu yazı o kızla ilgili değil....yani çoğunlukla.

Ben bir kez aşık oldum.Kendi hayal dünyamda bir kadın yarattım, gittim ona aşık oldum.İlkokulda falandım.Yaşıtlarıma nazaran(ya da en azından tanıdığım yaşıtlarıma nazaran) çok daha fazla film izliyor, nispeten birazcık daha fazla kitap okuyordum.Filmler, kitaplar aşk hikayeleriyle doluydu ve her ilkokul çocuğu gibi izlediğim her filmin başrolünde ben oynuyordum.Esas oğlanın da bir aşkı olacaktı elbet.O zamanlar kolaydı ilişkimiz, fazla karmaşa yoktu.Tanıştığımızda, karşılaştığımızda maksimum dünyayı kurtarıyorduk.

Orta okul sıralarında devam etti aşkımız, en azından benim ona olan aşkım devam etti.Ergenliğin başlamasıyla beraber bana "Günaydın" deme gafletinde bulunan her kızın içine en az bir tur yerleştirdim onu.Tamam, her kızın değil.Şişman ve/veya çirkin olanlar vardı tabi ki, onların içine yerleştirmedim.Kısa bir süre öncesine kadar Gwyneth Paltrow'la, Rachel Weisz'le ve Bond kızlarıyla aşk yaşayan çocuk, tabi ki şişman ve çirkin kızlara aşık olamazdı.Şişmanlar dünyayı kurtaramayacak kadar hantal, çirkinler ise dünyayı kurtarmaya değecek kadar güzel değillerdi ne de olsa.

Detaya takılmayalım.Orta okul sıralarında "o" olmayı hak etme ihtimali olan bütün kızlar, gidip başkaları için "o" olmaya karar verdiler.Yakışıklı değildim, spor konusunda çok başarılı değildim(dürüst olmak lazım hiç değildim.),biraz içine kapanık bir çocuktum ve diğer çocuklardan daha çok sinemaya gidiyor olmak henüz 3-4 yıl sonra olacağı kadar "cool" bir aktivite değildi.Ben de onların yerinde olsam gidip başkalarına "o" olurdum.Tabi bu durum benim o kıza olan aşkımı, inancımı bitirdi mi? Tabi ki bitirmedi...

Lise yıllarında ilişkimiz oldukça karmaşıklaştı.Benimle beraber dünyayı kurtarmasının yanı sıra, öpüşme sahnelerini uzatmak gibi görevleri vardı onun artık.Hatta zaman zaman dünyayı kurtarmasa da olurdu, daha önemli işlerimiz vardı.Büyüyordum yavaş yavaş, ve onun bedeni olmayı hak edecek kızların da daha büyük çaba sarf etmeleri gerekiyordu.Günaydın kelimesinin yanına ismimi eklemek zorundaydılar artık.Çıta çok mu düşük oldu?

Tam olarak böyle olmadı, onu hak edecek kız çok erken çıktı karşıma.Sınıfın geri kalan kızlarından çok daha güzeldi(görecelidir...), sınıfın "cool" çocuklarını çoktan reddetmişti, ve anlamsız bir şekilde benimle kimseyle geçirmediği kadar çok zaman geçiriyordu.Teneffüsleri beraber geçiriyor, kantine beraber gidiyor, eve beraber yürüyorduk.Öğle teneffüslerini de beraber geçirebilirdik ama internet cafe daha çekiciydi o zaman.Konuştuğumuz her konuda hararetli tartışmalara giriyor, saçma sapan tümcelere gülümsüyorduk.Ve en önemlisi okulun futbol takımında olmak, Fight Club'ı izlemiş ve algılamaya çalışmış olmak kadar önemli değildi onun için.Tam filmlere layık bir kızdı yani.Sonunda rüyalarımın kızını içine tıkıştırabileceğim birini bulmuştum...

Devamını yarına saklayacağım sanırım bu yazının.Gözlerim yanıyor.

22 Mayıs 2011 Pazar

Biz çoktan kazandık...


Aylardır tek kelime yazmıyorum blog'a.Sadece amatör yazarlık konusunda değil, hiçbir konuda istikrarlı bir adam olmamışımdır zaten.Fakat bugün böylesine büyük bir önem taşıyorken ve aklımdan sarı lacivert milyonlarca düşünce geçerken, eski dostumu bir ziyaret etmek gerektiğine kanaat getirdim.Tabi benim bu düşüncemde bu sabah okuduğum bir yazının verdiği ara gazı da var, hakkını yememek gerek Bülent Timurlenk'in...http://acetobalsamico.blogspot.com/2011/05/perde-inerken.html

Ben son 5 yılda sadece 1 kez şampiyonluk görmüş, 2 kez şampiyonluğun direğinden dönmüş bir takımın taraftarıyım.Bugün Fenerbahçe'm bir kez daha şampiyonluğun direğinde ve bu yazı tamamlandıktan yaklaşık 9 saat sonra falan ya yine direkte patlayacak ya da bütün memlekete kendini ayakta alkışlatacak.

Önemi yok...

Çok ateşli bir taraftar olduğumu söylersem çarpılırım, fakat 5-6 yıldır fırsatım oldukça ve/veya denk geldikçe Fenerbahçe maçlarını izliyorum.Bu sezonun başından beri ise mümkün mertebe Fenerbahçe maçlarını izleyebilmek için fırsat yaratıyorum kendime.Son 6 ayda Fenerbahçe'den ve futboldan aldığım keyfi en son yine Fenerbahçe'nin Şampiyonlar Ligi maçlarında performansının tavan yaptığı günlerde almıştım.Drogba'nın kendini yalandan yerlere attığı, Uğur Boral'ın Dani Alves'i arka arkaya düğümleyip durduğu, Edu'nun inatla yanlış kaleyi nişanladığı o güzel günlerden beri Fenerbahçe'den ve futboldan bu kadar zevk almıyorum.

Durum böyle olunca, varsın Fenerbahçe bana yaşattığı şu güzel günleri kupayla süsleyemesin kalbimde şampiyonluğu çoktan kazandı.Materyalizmin lüzumu yok!

Sahada oynanan futbolun, sahadaki sarı lacivert formayı giyenlerin, kulübede sarı lacivert formayı giyenlerin, Aykut Hoca'nın ve ona yardım eden herkesin ve tribünlerin dışında en çok ne gururlandırıyor beni biliyor musunuz?

Fenerbahçe'nin rakiplerini nasıl küçülttüğünü izlemeyi seviyorum en çok.Drogba bir oraya bir buraya yuvarlanırken yaşadığım gurur var ya hani, bugün o duygu var içimde yine.Gönül verdiklerini iddia ettikleri renkler ne olursa olsun Fenerbahçe'nin rakibini tutan insanlarla dolu sokaklar bugün.Gazeteler, televizyonlar "Trabzon şampiyon olsun istiyorum." demeçleri veren başkanımsılarla, teknik adamımsılarla, futbolcumsularla ve top toplayıcılarla dolu.Dün Galatasaray'lı olanlar bugün Trabzon'lu, dün Beşiktaş'lı olanlar bugün Trabzon'lu, dün xSpor'lu olanlar bugün Trabzon'lu.Tıpkı bundan net 1 yıl önce bütün bu saydığım adamların Bursa'lı oldukları gibi...

Fenerbahçe'nin karşısındaki takımı desteklemek farklı bir şey.Ben Galatasaray'lı olsam, ben de istemem Fenerbahçe'nin galip gelmesini.Mağlubiyetleri sevindirir beni yalan söylemenin de lüzumu yok.Fakat başkalarının zaferlerini sahiplenmek, onlarla gururlanmak benim yapacağım iş değil.Fenerbahçe'nin ve Fenerbahçe'linin yapacağı iş değil.Bursaspor şampiyon olduğunda sırf rakiplerimiz olamadı diye sevinç çığlıkları atmayız biz.Rakibimiz bir takıma puan verdiğinde, sanki o puanı biz çalmışız gibi konuşmayız biz.Fenerbahçe'nin ve Fenerbahçe'li olmanın en büyük farkı burada zaten.Kendimize yediremeyiz bu denli küçük düşmeyi...

Fakat bu yazının konusu bu tatsız meseleler değil, yani en azından yazıya başlarken değildi.Uzatıp canımızı sıkmayalım ve esas konuya dönelim.Bir başka gün bugün...

Bugünün evveliyatında yaşadığım 2 tatsız olay var ve ne kadar can yaktıklarını yaşamadan anlamanız mümkün değil, anlatmaya çabalamayacağım bile.Bugün belki üçüncü kez tadacağım aynı acıyı fakat hiç koymayacak bana.Bir süredir hayatımda gördüğüm en güzel Fenerbahçe'yi izliyorum ben.Sahada attıkları her adımda, birbirlerine verdikleri her pasta, kaleye vurdukları her şutta bambaşka bir zevk veriyor Fenerbahçe bana.Bu başarının kalıcı olacağını hissettiriyor ve tekrar tekrar gururlandırıyor beni bu takım.Bir taraftar olarak başka ne isterim ki gönül verdiğim renklerden.Bir kez daha üzsünler beni gerçekten önemi yok.

Çünkü biz çoktan kazandık...