29 Nisan 2014 Salı

The Amazing Spider-Man 2


Amazing Spider-Man 2, Marc Webb'in 6-7 filmlik bir seri olacak söylemiyle yola çıktığı, ilk filmin aldığı eleştirilerden ve Andrew Garfield(Peter Parker)'ın manasız kurtlanmalarının ardından üçlemeye çevirmeye karar verdiği serinin ikinci etabı.Hatırlarsanız ilk filmde Peter Oscorp'ta deneysel bir örümcek taraf...tamam, şaka yaptım.Korkmayın, anlatmayacağım.

Marc Webb iflah olmaz bir Spidey hayranı, doğumundan günümüze tüm ağ kafa külliyatını yemiş yutmuş, kafasında bir kazana atmış ve sevdiği herşeyi Amazing Spider-Man 2'ye serpiştirmiş.Film boyunca, bir çok sahneyi daha önce okuduğunuzu ya da izlediğinizi düşüneceksiniz.Yetmemiş, sosyal medyayı da göz önüne almış.Geçmişe dönüp ilk filme dair eleştirdiğimiz konulara bakıyorum da, hepsine aleni bir şekilde müdahale edilmiş.Sonuçlar ise gayet tatmin edici.İlk filmde kostümün çok radikal olduğunu konuşuyorduk, ikinci film klasik kostüm ufak tefek modifikasyonlarla karşımıza çıkıyor.Daily Bugle'sız Spider-Man mi olur dediğimizde, WROOONG! ile karşılaşıyoruz.Koskoca Peter Parker Bing mi kullanır arkadaş dediğimizde ise, film IMAX ekranı boyutunda google logosunu gözümüze gözümüze sokuyor.Film bu tarz detaycıklarla dolu ve daha önce eleştirildiği her detaya tıpayı takıyor.Takdir etmemek elde değil.

Filmin görselleri, şu ana kadar izlediğim tüm IMAX filmleri arasında açık ara en iyisi.Daha iyi görünen, 3D'yi daha iyi kullanan filmler olmuş olabilir, tartışılabilir bir konu ama ilk kez bir IMAX filminden gözlerim ve başım ağrımadan çıktım.Spidey New York semalarında süzülürken, solundaki üçüncü binanın pencerelerindeki yansımalara baktım, en abuk aksiyon sahnelerinde bile bulanıklaşmayan görüntüye imrendim, Electro'nun Times Meydanı'nı yıktığı sahnenin Render'larını bitirmeyen grafikerlere salladım...ama en nihayetinde hayatım boyunca izlemek istediğim Spidey sahnelerini izledim ve mutluyum.Filmi daha küçük bir salonda ve/veya dvd/blu-ray ile izleyecekseniz seyir zevkinin en az %30'unu falan öldüreceğinizi söyleyebilirim.

Film, ilk filmde doğru yaptığı herşeyi...tamam tek şeyi temeline oturtup hikayesini onun üzerine yerleştiriyor.Peter Parker ve Emma Stone'un Emma Stone'u oynadığı Gwen Stacy isimli karakterinin bir garip aşkı salona fiziksel olarak yayılmaya devam ediyor.Peter ve Gwen'in ekran süreleri ilk filmden çok daha fazla ama o kadar tatlı, o kadar güzeller ki kostümleri bir kenara fırlatıp filmi romantik komediye çevirseler gıkımı çıkmarmazdım.Gwen, Raimi üçlemesinin Mary Jane'inin aksine constantly-damsel-in-distress olmak yerine güçlü olmayı seçiyor, kendini olayların göbeğine atıyor, sorunlara çözümler üretiyor  ve süperkahraman manitası kariyerinin ilk kaçırılma anında da ....neyse. 2002-2007 arası Kirsten'ın başına bir türlü gelemeyen talihsizlikler işte...çok beklemiştik....çok....

Jamie Foxx'un Electro'sunu, malesef Ravencroft öncesi ve sonrası olarak ikiye ayırmak gerekiyor.Max Dillon'ın yalnızlığını, deliliğini, takıntılı tavırlarını ekrana müthiş yansıtıyor Foxx.Hemen ardından malum kaza yaşanıyor, hali hazırda devreleri yanmış bir karakter olan Dillon, yeni güçleri tarafından daha da delirtiliyor ve Times Meydanı'nda kendisini hatırlamayan Spidey'i yalancı dostlar listesine yazıyor.Bu hikaye ile Electro bana biraz 300'ün Ephialtes'ini hatırlattı. Fakat Times Meydanı'ndaki çatışmalarından sonra Ravencroft'a giden Electro orada bambaşka bir karaktere dönüşüyor.Kendi deliliğiyle boğuşmayı bırakıp her super-villain gibi kahramanı öldürmeye ve dünyayı ele geçirmeye programlıyor kendini ve benden topladığı tüm puanları kaybediyor.Marc Webb de Ashley Kafka'ya geçirttiği dönüşüm ile...

Dane DeHaan ve Green Goblin'i daha kariyerlerinin başındalar.Hikayeye gayet apar topar giren Harry Osborn'u ve hayatına mal olabilecek baba yadigarı hastalığı yenmek için ne kadar ileri gidebileceğini gösteren karanlık tarafını harika oynuyor.Green Goblin'i daha kaç film izleyebiliriz bilmem ama, Dane DeHaan ile yollarımızın daha çokça kesişeceğine eminim.

Andrew Garfield ve Peter Parker'ı ilk filmdeki sevimli donukluklarını yenmişler.Artık sevimli, geveze ve inanılmaz hiperaktifler.Dünyayı Spider-Man'in gözlerinden gören Peter Parker, film boyunca sürekli bir yerlere atlayıp zıplayacak uçacak kaçacak gibi görünüyor.Gerek kostümün içindeyken, gerek Peter'ı oynarken Andrew'un çıkardığı iş kusursuz.Ve bizi bıraktığında yerine gelecek oyuncuya acıyorum.

Nasıl ki Batman Gotham'ın ruhu ise Spidey'de New York'un ruhudur.Webb'in New York'unun hepimizin tanıdığı, sevdiği Nolan Gotham'ıyla uzaktan yakından alakası yok.New York son derece canlı, son derece hareketli ve ara sokaklarında zengin çocukların aileleri öldürülemeyecek kadar kalabalık.Spidey nereye gitse insanlar etrafına toplanıyor, alkışlıyor, tezahürat yapıyor ve sürekli olarak olaya en ön koltuktan şahitlik ediyorlar.Times Meydanı'ndan Joker'in tırı, SWAT ekipleri, helikopterler ve Batmobile'ler geçerken in cin top oynamıyor ve bana sorarsanız çok daha gerçekçi bir şehir profili çiziyor Webb.

Peki birader filmin hiç mi eksisi yok derseniz...Olmaz mı? derim.Film birçok konuyu aynı anda işleyince yolunu kaybediyor,CGI özellikle Electro'nun sahnelerinde (zaman zaman) Playstation 2 kalitesine iniyor, fragmanlarda gördüğümüz ve filmi izlerken de aha tam burda olmalıydı dediğimiz sahneler kesik yiyor, sonra Spidey New York'ta slow-motion süzülmeye başlıyor ve büyüsüne kapılığ tüm bunları görmezden geliyorsunuz.

Görmezden gelemediğim tek problem, filmin pazarlaması.Son 6 aylık süreçte filme dair o kadar çok materyale maruz kaldık ki, salona girdiğimizde bize izleyecek birşey kalmamıştı.Yanlış saymadıysam 5 fragman, 8 spotlight, 10+ tv spotu, sayısız Screenshot, set fotoğrafları, insanların çekimler esnasında telefonlarıyla çektiği videolar, fotoğraflar toparlandığında 152 dakikalık filmin 120 dakikasını falan hali hazırda izlemiştik zaten...sadece Spidey için söylemiyorum bunu, hiçbir film bu kadar göz önünde, bu kadar çıplak olmamalı.Seyir zevki diye birşey kalmıyor sonra...